Değer Versek mi Vermesek mi ?

Neye değer vermeliyiz sizce ? Kendimize, hayallerimize,ailemize,arkadaşlarımıza veya kitaplarımıza … mı? Peki verdiğimiz değer hangisine değer ? Bunca şey arasında hangisine değer verdiğimiz için pişman olmayız? Ya da hangisine değer verdiğimiz için pişmanlık duyarız? Büyük olasılıkla arkadaşlarımıza/arkadaşlıklarımıza verdiğimiz değer bizi en çok pişman edendir! Bazen verdiğimiz değerin karşılığını alamadığımızı düşündüğümüz için, bazense yanlış insana değer verdiğimizi düşündüğümüzden hayal kırıklıklarımız. Verilen değerin karşılığının alınamamasını bir nebze anlayıp, bir parça anlatabilirim! İnsanların duyguları, düşünceleri birbirine benzese de her insanda aynı olgu aynı duygulara neden olmaz. Değer vermek de böyle; herkes değer verir ama kimsenin değer vermekten anlayışı aynı değildir. Kimisi şiirleriyle değer verir, kimisi de davranışlarıyla belli eder. İşin garip tarafı herkes, herkesin değer vermek anlayışının aynı olduğunu düşünür ve kendisi nasıl değer veriyorsa karşısındaki de tam olarak aynı şekilde değer vermelidir. Bu yüzden hiçbir insan başkasına verdiği değerin karşılığını alamaz. Ama yanlış insana değer vermek bambaşka bir boyut. Başta karşındakinin doğru kişi olduğuna karar verirsin ve kendince değerini biçip ona göre iletişim kurarsın. Karşındakine çok değer verirsen ona saatlerini az değer verirsen dakikalarını ayırırsın, hiç değer vermezsen saniyelerini bile ayırmak istemezsin. Bana kalırsa değer verme biçiminin en somut hali budur. Tabi ayrıntısına inildiğinde daha farklı kavramlarla karşılaşılır. Çünkü değer vermek başlı başına bir soyutluk ifade eder. Onu somutlaştırmak bile bir parça soyutluk gerektirecektir.

Tam olarak nerede kalmıştım? Yanlış insana değer vermeyi mi açıklamaya çalışıyordum? EVET ! Kaldığım yerden devam etmem gerekirse ; doğru olduğuna karar verip vaktini ayırdığın insan aslında doğru değilmiş?. Kulağa ironik gelen ama birçok kişinin en çok yaşadığı hatta artık klişeleşmiş bir olay bu. Değer verdiğin insan değer vermemen gereken dönüşüyor. Bazen anlık tartışmalarla, bazen büyük kavgalarla ve bazen ise yanlış anlamalarla durum şekilleniyor. Sonra öyle bir şey oluyor ki ; o değer verdiğiniz insanla karşılaştığınızda birbirinize selam bile vermeyen insanlara dönüşüyorsunuz. ve o kişi için harcadığınız vakit içinizde ufak bir pişmanlık oluşturuyor, kısa kısa kısa anılar canlanıyor beyninizde ; harcadığınız vaktin size kattığı bilgiyi, yüzünüze kondurduğu tebessümü düşünüyorsunuz. Pişman olmaktan utanıp yaşadıklarınızı bir sefer daha gözden geçiriyorsunuz. Haklı olduğunuz noktaları bilakis haksız olduğunuz noktaları da ortaya döküyorsunuz. Ve doğal olarak haklı olduğunuz noktalar ağır basıyor. Gururunuz da devreye girince haksız olduğunuz noktalar hepten hafif kalıyor. Kimin haklı kimin haksız olduğunun önemsiz olduğuna karar vermenize aklınız da, kalbinizde çınlayan kahkahalar atıyor.  Gururunuza hafifçe yenik düşerek karşınızdakine tüm samimiyetinizle bir zeytin dalı uzatıyorsunuz. Ve buna rağmen uzattığınız zeytin dalı tutulmayıp, size gerisin geri iade edilince, kırgınlıklarınız ikiye katlanıyor haliyle. Ama sadece karşınızdakine değil kendinize de kırılıyorsunuz bile bile lades yaptığınız için. İnsan kendine kırıldığında ; kopuyor yüreğinin aklıyla olan bağı, yüreğinizin beynine seslenişlerine kulak asmıyor beyniniz, bu defa içiniz acımasın ve göz yaşlarınız göz pınarlarınızda kalabilsin diye. Ehh beyniniz devreye girdiğinde duygusal açıdan bakmanız zorlaşıyor. Kendinizi koruma altına alıyorsunuz içgüdüsel olarak ! Canınız yanınca daha da bir pişmanlık duyuyorsunuz yanlış insana değer vermekten. Bunu üç dört insanla daha yaşadığınızı düşününce kendinize değer vermek konusunda bir yanlış olduğu düşüncesine kapılıyorsunuz. Haksız da değilsiniz hani; sizde her kapınızı çalana kapılarınızı sonuna dek açtığınızı düşünüldüğünde, tamamen haklısınız kendinizde bir yanlış olduğunu düşünmekle. Canınız yanıyor evet, başkası için yanıyor yine evet. Ancak yine sizsiniz yanmasına sebep. Verdiğiniz değer size, kendinize zarar vermeye başladığında, değeri ortadan kaldırmayı becerebilseydiniz eğer canınız acımazdı. Ailenize, kendinize, kitaplarınıza ve hayallerinize.. aslında sadece ve sadece kendinizle ilgili olan her şeye değer verseydiniz ve diğer insanları önemsiz, ara kafa dağıtmalık insanlar olarak görseydiniz, canınız yanmazdı! Böyle yazıldığında çok bencilce gelse de tamamıyla mantıklı bir taktiktir. Kendinizi koruma konusunda oldukça etkili olup duygusallıktan yoksundur. Ne gariptir ki insan duyguları için yaşar ; mutlu olmak, sevmek, sevilmek için ve yine duyguları için üzülmeden yaşamak için, vazgeçer duygusallığından.

Neye değer vermeliyiz sizce ? Üzülmekten korkup sadece kendinizle ilgili olana mı, yoksa üzüntünün insan yaşamının bir parçası olduğunu, hataların insan için olduğunu cesurca kabullenip başka insanlara ve onlarla ilgili olanlara bunun yanında da kendinize ve kendinizle ilgili olanlara mı ? Cesur davranmak erdemlidir değil mi ? Bence öyle. Ancak aptal cesareti denilen bir gerçeğimiz daha var ; tüm cesaretin ile sadece karşındakine değer verip kendini hiç etmek, bunun bir sonucu olsa gerek.

Bana kalırsa ve itimat ederseniz ; cesur olun ama bir aptal değil ..

hayal kırıklıkları ile ilgili görsel sonucu

Hangi Zaman Her Şeyin İlacı Olan Zaman?

Zaman her şeyin ilacı .. Bu cümleyi aranızda duymayan yoktur zannediyorum.  Duyduk duymasına da doğru mu yanlış mı? Böyle bir durum var mı sahiden ? Peki bu soruların cevabını düşündünüz mü hiç sevgili okurlarım? Ben 21 yaşındayım henüz öyle tecrübelerime dayanarak söylüyorum ki gibi cümlelerle başlayan nutuk verebilecek seviyede olduğumu düşünmüyorum. Çoğunuzda bu cümleyi okuduktan sonra bana katıldığınızı belli eden kafa sallamaları, evet hakikaten öyle şimdi gibi cümleleri görür ve duyar gibiyim. Neyse konumuza dönelim yaşım her ne kadar genç, tecrübelerim az ya da yetersiz gibi gelse de çoğu insana; ben yine de genç bir kız olarak zamanın hiçbir işe yaramadığını sadece bizi oyalayıp sonrada söz konusu durum her neyse ona alışmamızı ve zaman ilerledikçe olan şeyin bize ilaç değil sadece yorgunluk olduğunu, bu yorgunluğa bağlı olarak da artık ne düşünecek ne çabalayacak gücümüz kalmadığı için mecburen kanıksamamızı sağlamaktan başka bir işe yaramıyor zaman. Ben şimdiye kadar zaman geçtikçe büyüdüm. Büyüdükçe hayattaki her şeyin daha da zorlaştığını ve hatta bazı şeylerin imkansız olduğunu gördüm. Bütün bunlar bana tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük mutsuzluklar yaşatsa da hala yaşadığım bütün mutluluk ya da mutsuzlukların mantıklı birer nedeni olduğunu düşünüyorum. Fakat yazıma biraz karamsar başladığım için sakın aman bu kızın içi geçmiş yazısında olan serzenişlerini okumayacağım, zaman kaybı gibi düşüncelere kapılmayın. Veya kapılın, bilemiyorum sizin düşüncelerinizi ben değiştiremem. Neyse yine konudan çok uzaklaştık. Ne demiştim ben 21 yaşında üniversite de son sınıf öğrencisiyim. Zaman benim için aleyhime çalışıyor. Aslında her şey çok hızlı ve kısa süre de çok köklü değişiyor ki belki de benim zamana karşı olan bu olumsuz tutumumun ardındaki sebep budur. Ben Ankara da üniversiteye başladığım zaman geleceğimle ilgili güzel ve artık önemli adımlar atarak hayatımın daha güzel olacağına inanırdım. Şu andan daha farklı hedeflerim hayallerim vardı.Evet hayallerimi hedeflerimi gerçekleştirmek için tabi ki geç değil hatta yolun başında bile ayılırım belki ama ilk zamanki şevki kırılınca insanın hedeflerine ulaşma isteği de köreliyor sanırım. Aslında burda asıl olan ne kadar zamanın hızlı veya yavaş geçmesinden ziyade nasıl geçtiği..

zaman ile ilgili görsel sonucu

 

Cemal Süreya “Yarından bir şeyler beklemekle geçiyor ömrümüz…” demiş. Ne güzel bir söz. İşte az önce demiştim ya zaman benim aleyhime işliyor diye, şair benim bu durumumu özetlemiş tek cümleyle. Peki ben yarından ne istiyorum ? Bugün ne yapıyorum ? Mesela unutmak istiyorum. Ama elimde değil istesem de unutamıyorum. Bir şekilde ya aklıma ya da karşıma geliyor. Zamanla unutursun gibi cümlelerle karşılaşıyorum. Ama olmuyor. Mesela ne kadar bir zaman? Sabret diyorlar, bu seferde bakıyorum: Unutmamışım da “muş” gibi yapmışım. İnsanın geleceği nasıl aklından çıkar ki ? Okulu bitirmeye çalışırken, bitince ne olacak ki gibi saçma sapan soruları nasıl unutup aklımdan çıkarayım? Hadi eski sevgilimi zamanla unut”muş” gibi yaptım da bunlar nasıl zamanla unutulacak? Ya da zaman nasıl iyi gelecek ? Ya ilerde daha kötü olursa işim olmazsa mesela hadi diyelim işi de bulduk. SONRA ? Yetecek mi zamanla daha fazlası istenilecek. daha fazla para daha lüks ev, araba bitmiyor. Hele ihtiyaçlar bitmediği gibi bir de artıyor. Anneniz, babanız yaşlanıyor, ölüyor, siz zamanla yalnız kalıyorsunuz. Daha sonra evlenip aile oluyor yalnız kalmaktan kurtuluyorsunuz. Bu sefer de  eşinizin derdi, çocukların derdi … gibi pek çok sorun ortaya çıkıveriyor.zaman ile ilgili görsel sonucu

Derken bir de bakmışsınız siz dede/nine olmuşsunuz. 50 yıl önce derdiniz iş bulabilecek miyim iken, şimdi çocuklarım mutlu torunlarım mutlu diye sizde mutlu oluyorsunuz. Tabi bu iyi senaryo. Kötü senaryomuz ise hayatta daha en başında verdiğiniz kararlar sizi yanılttı kötü bir evlilik yaptınız. Çocuklarınız oldu ama eşinizden boşandınız. Bir daha kimseye güvenemeyip çocuklarınıza adadınız kendinizi eee sonra onlarda kendi hayatlarını kurdu ve size de ölümü bile kendi başınıza yaşamak kaldı.

Tabi bu anlattıklarım benim şanssızlığımla ilgili,biraz abartmış olabilirim, umarım sizin kurduğunuz hayalleriniz ve hedefleriniz gerçekleşir, zamanın işe yaradığını görürüz hiç olmazsa ..

Lakin ben balık olsam bana vapur çarpar. 🙂 sevgiler…

Yalanın Rengi Var mı ?

İnsanlar neden yalan söyler ? Yalanın büyüğü, küçüğü, pembesi veya masumu olur mu ? Ne saçmalık tabi ki olmaz diyenleri de duruma göre değişir diyenleri de şöyle bir düşünenleri de gerektiğinde olur canım diyenleri de tahmin edebiliyorum. Peki şimdi birazcık düşünelim istedim bu konuda.. Yalan söylemek kötüdür, dürüst olmak lazım hayatta buna katılmayanımız yoktur herhalde. Yalan ve dürüstlük. Bu iki kelime insan ilişkilerinde kilit noktadır. Bazı insanlar bu kilidi açabilir, bazı insanların ilişkilerine ise bu kilit hiç açılamayacak bir kapıya dönüşüyor. Yalan söylemekle hiçbir şey söylememek arasında fark var mı peki ? Diyelim ki sizin hoşlandığınız kıza birisi çiçek gönderdi ve sizde o arada kızla flört ediyorsunuz. Kızda doğal olarak çiçeği sizin gönderdiğinizi düşündü ve size gelip teşekkür etti. Siz önce bu durumu anlamlandıramasanız da sesinizi çıkarmadınız. Sonra ne olduğunu anlayınca da bu jestin üzerine kondunuz ve hayır bu çiçekleri ben yollamadım demediniz. İyi ama aaa evet içimden geldi ben yolladım da demediniz. Sesiz kaldınız yani bir şey söylemediniz. Bu da yalandan sayılıyor mu ? Tabi ki sayılıyor. Kız çiçeği göderenin siz olduğunuzu biliyor sizde bunu düzeltmiyorsunuz yani sessiz kalarak da yalan söylemiş oluyorsunuz. bu asla dürüst bir davranış değil.

yalan ile ilgili görsel sonucu

Gelelim pembe yalan konusuna.. Yalanın pembesi, kırmızısı olmaz arkadaşlar eğer doğruyu söylemiyorsanız düpedüz yalan söylemişsinizdir işte. Pembe yalan olarak adlandırdığımız yalanlar ise genelde bahaneler üzerine inşa ediliyor. bu bahanelerden bir kısmını sıralayacak olursak karşımızdaki üzülmesin, boşu boşuna endişelenip durmasın vs vs … Bu bahaneler hiçbir zaman bitmez. Ve bir başladı mı bir daha da ardı arkası kesilmez. Neden devam edilmesin ki ? Bulundu artık kolay yol hem biz hem karşımızdaki hatta çoğu zaman kendimiz yalan sayesinde kafamız rahat oluyor. Ne demek istediğimi örnekle açıklayayım, mesela ; parantez içinde söylüyorum bu durum genelde kızların başına gelir. Bir kız evlat olarak üniversiteyi başka bir şehirde kazandınız ve ailenizden uzakta orada okuyorsunuz. Gençsiniz içinizden gezmek geliyor eğlenmek .. Ama aileniz bu duruma pek sıcak bakmıyor sizde gideceğinizi saklarsınız onlardan. Size sorsak mecburiyetten ama onlarda izin verseydi canım yalnız öyle değil şimdi siz başınız ağrımasın diye bir sefer iki sefer ya da daha çok yalan söylediniz. SONRA ? illaki ortaya çıkacak. O zaman daha mı iyi olacak vaya daha mı az başınız ağrıyacak ? Tam tersi o zaman karşınızdakini hem kırıp hem de kızdıracaksınız. O zaman da hem muhtemelen ceza alacaksınız hemde yanında ailenizin size olan güveni kırılacak bu da yanında cabası.Unutmayalım ki hiçbir yalan sonsuza kadar gizli kalmaz. Hele sırf kötülük, fitne fücur için söylenen yalanlar asla saklı kalmaz. Atalarımızın da dediği gibi yalancının mumu yatsıya kadar yanar.

İnsanlar toplum içindeki statüsünü kaybetmemek, kendini ispatlamak ya da en kötüsü zevk için yalan söylerler. Çünkü öz güvenleri eksik kişileridir. Tamamlamak istediklerinde de yalana başvururlar. Fakat Shakespeare “Güven ruh gibidir terk ettiği bedene asla geri dönmez ” demiş. İşte yalana başvurmayan insanlar buna gerek duymayan ve kendini bu duruma düşürmek istemeyen bilinçli insanlardır.

Peki yalansız bir dünya mümkün müdür ? Düşünsenize çevrenizdeki imse yalan söylemiyor. Sorduğunuz bütün sorulara sizi geçiştirmeden dosdoğru cevap veriyor. Tamam bu iyi bir Şey gibi geliyor olabilir kulağa ama o iletişim kuran iki kişinin özellikleri çok önemli .. Siz olsanız bütün gerçekleri kaldırabilir misiniz ? Mesela basit bir örnek verelim: Uzun yıllardır bir ilişki yürütüyorsunuz ve artık evlenme kararı almışsınız ama evlenmeden önce aklınıza bir soru geldi ve bu soruyu müstakbel eşinize cevabının doğru olacağının garantisini alarak sordunuz ; ” Beni hiç aldattın mı ?” sorunuzun cevabı evetse bunu kaldırabilir misiniz ? Ya da dostunuza en yakınınıza sordunuz benim neyime tahammül ediyorsun, ben çekilmez biriyim diye ya onun cevabı “Katlanamıyorum zaten ” olursa ?

bence insanlar konuşurken düşünmeli ki hayat yalansız da yaşanabilir olsun yoksa sessiz yalanlarla idare etmek de başka bir alternatif tabi ki… 😉yalan ile ilgili görsel sonucu

 

 

Bir Küçük Enginar Vardı..

Aslına bakarsanız Enginar’ın tek isteği yazabilmekti veya yazmanın çok ötesi.. her gün karşısına çıkan bir sen ne iş yaparsın sorusu var hala cevap veremediği bir soru üstelik. Ne var yani insanlara bakıp “Ben yazarım” diyebilse. İnsan oğlu çok anlayışsız bunu anımsadı bir kere daha ve rahatladı kendinin o klasik insan boyutunu aşmış olduğu geldi aklıma bir nefes aldı, karşısında oturan kadına bir kere daha baktı ve düşündü bu kadının nasıl bir karakter olduğunu, ne iş yaptığını, içkiyi nasıl yudumladığını. Kadın içkiden bir yudum daha aldı bardaki diğer insanlara göre daha yavaş içiyordu yani ya bursu henüz yatmamış ama içmeyi çok isteyen öğrencilerden biriydi ya da içmeye alışık değildi. Enginarda soda şişesinden bir yudum aldı. Neden diye düşünmeye başladı yani neden hep bara gidiyorum ki dedi kendi kendine bir karakter için niye hep barı seçiyorum. Eğleniyordu bir de aradıkları vardı. Okuduklarından öğrendiği sahte duygulardan birine kapıldı aşk romanı yazcaktı ilk defa karakteri de en iyi barda bulabilir. Tek gecelik mükemmeliyetçi aşklardan birini yaratabilir bu gece ama ses yükseldikce ve şarkıların hızı arttıkça rahatsız oldu şimdi burada değil bir meyhanede olmalıyım diye geçirdi içinden. Dayanamadı…

Bardan ceketini alıp masaya 20 lira bırakıp çıktı. Çok fazla para harcıyor bu aralar. Acaba kız ne olacak diye düşündü tek gecelik bir aşka kurban gidenlerden olacaktı muhtemelen güldü içinden. Yürümeye devam etti bir balıkçıdan güzelim sanat müziği sesi geliyordu ve balık sevdiğini düşünmeden daldı içeriye ( bu belki çok kaba bir tabir oldu ancak kapıyı çok hızlı açtı Enginar başka bir tabir kullanamazdım).  Boş ama büyük bir masaya oturdu küçük bir fasıl ekibi ( yani bir keman, bir kanun, bir ud ve klarnetten oluşan bir ekip) şarkı söylüyor ve milleti eğlendiriyordu. O anda çok mutlu olduğunu hissetti ve ben böyle bir yere aidim diye düşündü. Etrafına bakındı ama buradan bir hikaye çıkmaz. Garsona seslendi balıktan başka bir şey olup olmadığını sordu yoktu “ Sadece meze ve bir küçük” dedi. İstedikleri geldi. Rakıyı çok özenerek açtı bi parça koklayıp bardağa boşalttı. İçmeye başladı. Etrafında gözleri dolanırken birden az önce görmediği bir şey gördü muhtemelen 25inde bir erkek oturuyordu karşısında şaşırdı. Bakmaya devam etti. Davranışları çok ilgi çekiciydi üstelik ve bir an göz göze geldiler çocuk elindeki kadehi kaldırıp bi nevi “şerefe” dedi ve Enginarda karşılık verdi. Yalnız içmenin böyle yanları da var işte hiç ummadığın anda birine denk gelebiliyor. Hayatına giren erkekleri düşündü hiç biri bir kitap karakteri olamazlardı. Saati kontrol edip gitmeye karar verdi.

Sokak çok boş, karanlık sanki unutulmuş gibi unutulmuş olmaktan mutluluk duyan Enginarla beraber yürüyor gibi. Durup bi derin nefes aldı sonra bi küçük çığlık attı. Tam o sırada kendine doğru koşarak gelen bir çift ayağın sesini duydu. Ve bir el değip omzuna “iyi misin?” dedi. Dönüp baktığında karşısında gün boyu beraber “şerefe” dediği tek insanı gördü. “iyiyim” diyebildi sadece.

-Ben özür dilerim ama sen çığlık atınca ben bi…

-Yardım severiz galiba ama ben etrafı boş sandığım için bağırdım, günün yorgunluğunu attım sadece dedi gülerek.

-Ben rahatsız ettim seni kusura bakma.

-Rahatsız olmadım aslında.

-Peki . Hiç konuşmadan beraber yürümeye başladılar. Uzun bir sessizlik oldu galiba ama çocuk pek de sabırlı değildi anlaşılan çünkü bu suskunluğu tek bir cümleyle bozdu..

– Ben Gözlük tanıtmadım kendimi kusura bakma, bi de şimdi böyle beraber sessiz sessiz yürüyünce çok kaba hissettim kendimi.

-Ben de Enginar tanıştığımıza göre memnun olmamız gereken zaman diliminin içindeyiz şu an..

-Memnun oldum. Bunu söylerken elini uzattı gözlük ve elleri kavuştu zaten ilk bahaneyle kavuşan hep eller olur…

-Sen nereye gidiyorsun yani ben senin yanında yürümeye başladım bi anda ama hani rahatsız ediyorsam ya da istemiyorsan… Enginar böldü Gözlüğü

-Kusura bakma  gece evime birileriyle yürümeye alışkın değilim pek konuşkan da değilim galiba ama rahatsız değilim. Gözlük rahatlamış gibi bir nefes verdi ve yürümeye devam ettiler. Enginar’ın suratı asıldı evine iki sokak kalmıştı yolu uzatsa Gözlük anlardı ama ilk defa biriyle yürümekten zevk alıyor.

Yolu uzatmadılar evin önünde Enginar durdu.

-Burası benim evim işte şey eğer kahve içmek istersen gelebilirsin. O an aklına Amerikan filmleri geldi bir nesil için gece içkili bir ortamdan çıkan kadın ve erkek kahve içmek için eve çıkıyorsa mevzu cinsel boyutlara gelir.

-Ya aslında isterdim ama evde içsem o kahveyi daha iyi olur. Enginar benim içimden geçenlerimi okudu acaba diye düşündü. Ama Gözlük onları okumamıştı.

-Peki o zaman iyi geceler. Arkasını dönüp apartmanın kapısından girmişti ki “Enginar” dedi arkasından döndü “avucunu açsana” dedi gözlük ve elindeki kalemle bir şeyler yazdı.

-Eğer tekrar susup yürümek istersen eşlik ederim. Yanağına ufak bir öpücük bırakıp uzaklaştı Gözlük oradan üstelik koşar adımlarla..

indir

TAKINTILI MIYIZ BİRAZ ?

Takıntı ve aşırı sevgi arasında bir yerlerde olan genç kızın lise edebiyat öğretmenine olan zaafını inceleyelim mi biraz ? öyle ki kızımız Türkçeyi ve dersini ortaokulda sevmeye ve bu derse ilgi duymaya başlamıştı. Öğretmenlerin onun güzel şiir okuduğunu ve kompozisyonlarını güzel yazdığını fark etmesi uzun sürmemişti.kızımız da kendi ilgi alanının farkında olup lise hayatında da bu konuda kendine olan güveni devam etmiştir.peki edebiyat hocası Gürkan Bey’e olan tutkunluğu nasıl başladı ? dokuzuncu sınıfın ilk edebiyat dersinde hoca sınıfa girer ve pencere kenarı en ön sıradan başlayıp herkese kendisini tanıtır. sıra kızımıza geldiğinde ise Türkan Kaygın diye kendini tanıtır.Gürkan Bey ise şu cevabı verir: “İsim hafızam kötüdür ama Gürkan Türkan kafiyeli oldu senin ismini unutmam.”Kızımız bunu duyunca mutlu olur çünkü hocasını ilk kez görmesine rağmen ileride çok iyi anlaşacaklarını tahmin etmiştir.Dokuzuncu sınıfta Türkan sayısal dersleri berbat sözel dersleri iyi olan öğrencilerdendi.Gürkan Hocaya olan aşırı sevgisinden dolayı da edebiyat dil anlatım derslerinin üstüne düşerdi,aslında hocasını sevdiği için dersi severdi diyebiliriz.Ayrıca sevgisini ne bu sevginin sahibinden ne ailesinden ne de arkadaşlarından saklıyordu. Aksine önüne gelene onu anlattığı için başta aynı odada kalan kardeşi olmak üzere herkes bıkmış üstelik ezberlemişti onlarda…Türkan ve Gürkan Hoca arasındaki olaylar az öncede dediğim gibi  Türkan dokuzuncu sınıftayken başladı.Önce kızımız dokuzuncu sınıfın ilk dönemindeki edebiyat sınavından 97 alarak okulda birinci oldu ve hocasının ilgisini çekmeyi başardı.ama ilk sene çömez olmanın verdiği çekingenlikle fazla göz önünde değildi Türkan.ama ilk sene hocasının ders programını ezbere bilir; hangi gün hangi sınıfa dersi var, boş günü hangisi hangi gün okulun neresinde nöbetçi ki bu nöbetçilik durumu her hafta değişir,bir hafta 3.katta ertesi hafta 2. sonra 1. ve en son bahçede. eğer Gürkan hocanın o gün dersi yoksa okula gitmek istemezdi. ve atıyorum 11-B ye iki dersi var hocasının ikinci dersin teneffüsünün ilk dakikası sınıfın önünde olur ve çantasını zaten ezbere bildiği sınıfa taşırdı. Gürkan Hoca ablasıyla aynı okulda çalışıyordu.bir gün Gürkan hoca ablası ve bizim kız öğretmenler odasındalar abla kardeş konuşuyor Türkan da bölmek istemediği için söyleyeceği şeyi bekletiyor,neyse konuşup hallediyorlar Türkan tam gidecek oluyor ki Gürkan hoca dersim 12-C ye diyor ablası ise 12-c ye kendi dersi olduğunu iddia ediyor. aralarında anlaşamayınca Gürkan hoca hemen Türkan’a dönüyor ve ona soruyor. Ablasına övüyor bak Türkan benim her şeyimi bilir diye. Türkan safi Gürkan hocayla olabilmek için onun sayesinde onuncu sınıfta bütün dil bilgisi konularını bitiriyor ve soru sormak için sürekli test çözüyor ne yazık ki doğru düzgün yanlışı bile çıkmıyor.soru sayısı az olduğundan Gürkan hoca parça parça zaman harcamak yerine 12. sınıflara dersi olduğu zaman öğrencileri serbest bırakıyor soru çözsünler diye eğer Türkan’ın dersi de müzik resim gibi çok da önemli bir ders değilse dersin hocası da izin verirse kırk dakika boyunca her hafta en az iki kere bunu yaparlardı. onların arasındaki önemli bağ vardi ki o da kitaplar daha çok roman ağırlıklı kitaplar. Her ikisi de okumayı çok seviyordu.Türkan elinde bir kitap kalmadı mı ya da aklında hemen hocasının yanında alırdı soluğu. hocası da ona kitap önermekle kalmaz kendi okuduğu kitapları da ödünç verirdi.yalnız ilerleyen zamanlarda artık Türkan istemiyor da yani yanına gidip istemiyor da olsa artık hocası okuduğu kitapları ya kendisine direk veriyor ya da herhangi bir öğrencisinin eline verip Türkan’a yolluyordu . ve sona yaklaşıyoruz. Türkan hocasının sadece okuldaki kadar hayatını değil eşini, eşinin; adını, ne iş yaptığını kızının ve oğlunun isimlerini arabasının plakasını aklınıza gelebilecek her türlü şeyi biliyordu. Öyle ki Türkan liseyi bitireli 4 yıl oldu hatta üniversiteyi bile bitirecek bu yıl ama hala Gürkan hocasını arar sorar mesajlaşır okula gider sırf onu görmek için .. anlayacağınız bu güzel iki insanın iletişimi hiçbir zaman kopmayacak en azından türkan buna izin vermeyecek.